Modern Yaşam Tarzı ve İltihaplanma Arasındaki İlişki Yeniden Değerlendirildi
“İnflamaging” olarak tanımlanan kronik düşük seviyeli iltihaplanma, yaşa bağlı hastalıkların önde gelen sebeplerinden biri olarak kabul ediliyordu. Bağışıklık sisteminin sürekli olarak aktif olması, vücudu yavaşça yıpratırken çeşitli hastalıklara yol açabiliyordu.
Ancak, bu durumun her toplum için geçerli olmadığı ortaya çıktı. Yapılan yeni bir araştırma, yaşlanmayla birlikte iltihaplanmanın artış göstermesinin modern toplumların bir yan ürünü olabileceğini öne sürdü.
Nature Aging dergisinde yayınlanan araştırmada, farklı yaşam tarzlarına sahip dört topluluktan alınan kan örnekleri üzerinde iltihaplanma kalıpları incelendi. İki grup modern, sanayileşmiş toplumları temsil ederken, diğer iki grup ise geleneksel yaşam süren yerli topluluklardan seçildi.
Sanayileşmiş toplumlarda, yaş ilerledikçe kan değerlerinde iltihaplanmayı gösteren belirteçlerin arttığı tespit edildi. Bu belirteçlerin yüksek olması, kalp ve böbrek hastalığı gibi kronik hastalıkların riskini artırıyordu.
Ancak geleneksel yaşam süren topluluklarda benzer iltihaplanma kalıbı gözlenmedi. Bu topluluklarda iltihap belirteçleri yaşla birlikte artmazken, kronik hastalıklarla güçlü bir ilişki göstermiyordu. Hatta bazı topluluklarda yüksek enfeksiyon oranlarına rağmen, kalp hastalığı, demans ve diyabet gibi kronik hastalıklara nadiren rastlanıyordu.
Bu durum, yaşlanma ile kronik iltihaplanma arasındaki ilişkinin evrensel bir biyolojik süreç olmaktan ziyade, yüksek kalorili beslenme, düşük fiziksel aktivite ve enfeksiyona daha az maruz kalma gibi modern yaşam tarzlarının bir sonucu olabileceğini işaret ediyor.
Uzmanlar, bu sonuçların yaşlanmada kronik iltihabı yönetmek için uygulanan diyet, egzersiz ve ilaç müdahalelerinin her toplumda aynı etkiyi göstermeyebileceğini belirtiyor. Ayrıca, sağlık ve yaşlanma ile ilgili araştırmaların çoğunun varlıklı, sanayileşmiş ülkelerde yapıldığını ve bu bulguların genelleştirilemeyeceğini vurguluyorlar.
Araştırmacılar, iltihaplanmanın sadece kan değil, hücre ve dokular düzeyinde de incelenmesi gerektiğini ve daha kapsamlı çalışmalar yapılması gerektiğini dile getiriyor. Bu çalışma, yaşlanma biyolojisinin evrensel olarak kabul edilen birçok yönünün aslında çevresel faktörlere, yaşam tarzına ve yaşam şekline bağlı olarak değişebileceğini gösteriyor.