İSTANBUL – Başkanlık sistemine geçişle birlikte seçmenler, genel seçimlerde yüzde 50+1 denklemi yüzünden AK Parti ve CHP arasında tercihe zorlanıyor. Muhalefetin bu zorunluluk nedeniyle oluşturduğu altılı masa modeli seçim sonrası iflas etti. 31 Mart 2024 yerel seçimlerine ise iki aydan az bir süre kaldı. Yerel seçim öncesinde ‘AK Parti’ye kazandırma-kaybettirme’ tartışmaları devam ediyor. Sol, sosyalist ve demokratik örgütler ise üçüncü bir seçenek oluşturma konusunda iddialı laflar etse de en güçlü olunan seçim bölgelerinde bile birlikte hareket etmekten uzak bir görüntü çiziyor.
Peki, sol-sosyalist belediyecilik neden bir alternatif olarak yaygınlaşamıyor? Soruya yanıtı ve sol-sosyalist kesimler içerisindeki anlaşmazlıkları Emek Partisi (EMEP), Türkiye İşçi Partisi, (TİP) Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) ile konuştuk. Söyleşi serisinin ilk bölümünde Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan’ı dinliyoruz…
‘KARARSIZLIKLAR OLUŞTU’
Türkiye yeniden bir seçime gidiyor. Bu seçimde sosyalistlerin de iddialı olduğu yerler var. Yakın dönemde CHP ve AK Parti arasında sıkışmış seçimler gördük. Geçtiğimiz haftalarda Bahadır Özgür, Gazete Duvar’da yazmıştı. Mega projelerden vazgeçmiş ve ücretli kesimin günlük harcamalarını azaltmayı vadeden bir propaganda süreci var. Sol, yıllardır bunu söylüyor ancak alternatif olmakla ilgili sorun yaşıyor, neden?
Her seçimin özgünlükleri var. 31 Mart seçimleri de Türkiye açısından özellikle 2019-2023 seçimleri sonrasında bir kez daha çok fazla önemi olan bir seçim. Erdoğan, bu seçimden güçlenerek çıkarsa, özellikle büyük kentleri tekrar kazanırsa, önündeki bazı önemli engelleri aşmış olacak. Dolayısıyla gerici faşist bir rejimi inşa etmek için daha özgüvenli hareket edecektir. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte seçimler iki kutup arasındaki tercihe sıkıştı. Yani iktidar partisinin ve ana muhalefetin etrafına kümelenmelere sıkışan, bunlardan birini desteklemeyenin ötekini zımnen desteklediği varsayılan bir ortamın oluşturulduğunu görmek mümkün.
Üçüncü bir seçeneğin; yani devrimcilerin, sosyalistlerin, demokrasi güçlerinin bir araya gelip de oluşturmak için çaba sarf ettiği bir seçeneğin oluşturulması hedefi, üçüncü seçeneğin kazanamayacağı, dolayısıyla oyları böleceği ve bunun da iktidarın işine yarayacağı yönlü propaganda tarafından hep bloke edildi. Bu propagandanın etkisi üçüncü seçeneğin içinde yer alan kimi güçlerde katılım konusunda kararsızlıklar yarattı.
‘MEGA PROJELERDEN SÖZÜNÜ ETMESELER DE VAZGEÇMEDİLER’
İktidar mega projelerin bu dönem sözünü etmiyorsa da bundan vazgeçmiş değil. İşçi ve emekçilerin günlük harcama ya da tüketimini azaltmak iktidarın ihracata dayalı ekonomi politikasının bir unsuru. Bunun için genel ücret düzeyi de giderek asgari ücrete yaklaştırıldı. Türkiye ucuz emek cehennemi haline geliyor. Bugün birçok yerde kamu işçileri ve diğerleri insanca yaşam koşulları için arka arkaya harekete geçiyor. Bu henüz sınırlı bir gelişme ama işçi sınıfının ve emekçilerin her mücadelesi iktisadi ve örgütlü birikime ve sosyal saldırılara bir cevap olarak kabul edilmeli. Demokrasi-sosyalizm mücadelesi de zaten buralarda birikiyor ve bunun karşılığı sadece seçimlerde alınmıyor elbette. Ancak seçim sonuçları bakımından etkili bir karşılığı henüz oluşmadı.
‘EMEK ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI SEÇİMLERE GİRMENİN ÖTESİNE GEÇMEDİ’
Neden? Türkiye, solun güçleneceği zeminlere sahip görünüyor…
İşçi sınıfı ve emekçiler arasında görülen ciddi rahatsızlıkların eylemlerle dışa vurumu üçüncü seçeneğin yaslanacağı zemindir ve giderek güçlenecektir. Esas olarak da işçi hareketinin bağımsız bir hareket olarak ortaya çıkamaması sol ve sosyalist güçlerin etrafında birleşecekleri bir karakter kazanacak düzeye yükselmemesi bu birliğin oluşmasını zorlaştırmaktadır.
Peki, sol ve sosyalistler işçi hareketinin sözü edilen düzeye gelmesini mi bekleyecekler?
Tabii ki beklemeleri gerekmez. Nitekim hemen hemen her dönem oluşan mücadele birlikleri ve seçim ittifakları var. Emek ve Özgürlük İttifakı da bunlar biridir. Biz bunu hep, bir mücadele ittifakı olarak tanımladık. Ne yazık ki bu ittifak seçimlere birlikte girmenin ötesine geçmediği gibi tam bir seçim ittifakı da olamadı. Bunun ötesinde seçimden sonra, seçimi değerlendirmek, önümüzdeki dönemde nasıl ilerleneceğini, ittifakın dışında kalan güçlerin katılımını tartışmak gerekiyor.
‘FARKLI ANLAYIŞLARA SAHİP OLMAKLA İLGİLİ’
Bilerek mi seçimle sınırlı tutuldu?
Belki niyet bu değildi. Ama ne yazık ki sol ve sosyalist güçlerin ittifak deneyiminin son dönemlerde çoğunlukla seçimlerle sınırlı olduğunu söylemek mümkün. Bu aynı zamanda Türkiye’de birikmiş sorunların çözümünde farklı anlayışlara sahip olmakla da ilgili. Biz parti olarak seçim ittifaklarını da kapsayan mücadele birliklerinin işçi ve emekçilerin, ezilen halkların acil taleplerinde ortaklaşmanın başlangıç koşulu olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’deki sol sosyalistlerin birlikte hareket etmeleri ezilen ve sömürülen halklara karşı sorumluluğun da bir gereğidir.
‘DERSİM’DE EN GENİŞ KESİMLERLE HAREKET ETMEK İÇİN UĞRAŞTIK’
Dersim’de bir ittifak örüldü. DEM Parti sonradan dahil oldu. Bu süreç tartışma da yarattı.
Emek demokrasi güçleri olarak daha önce başlattığımız bir tartışma süreci vardı. TİP, TKP, Sol Parti, Halkevleri gibi kurumlar da bu görüşmeler kapsamındaydı. Ama sonuçta 20’ye yakın örgütün ortak bir iradeyle hareket etmesini gerçekleştiremedik.
Dersim’de de en geniş kesimlerle birlikte hareket etmek için çok uğraştık. Biraz tartışmalı bir süreçten geçtik, bu doğru ama bunlar doğaldır. Şimdi geldiğimiz noktada partimizin de içinde olduğu (DEM Parti, Sosyalist Meclisler Federasyonu-SMF ) siyasal yapılarla birlikte hareket zeminini yakalamış olduk. Dersim’i sermaye partilerine yönettirmeyeceğiz, kenti Dersim halkı yönetecek.
‘DEM PARTİ KENDİ İÇ TARTIŞMASINI BİTİREMEDİ’
DEM Parti neden dışarıda kalmış gibi göründü?
DEM Parti dışarıda bırakılmadı. Kamuoyuna öyle yansıdı ama bu bir süreçtir. Görüşmeler, tartışmalar sürdü. DEM de bu ittifakın içindedir ama öncesinde DEM Parti merkezi kendi iç tartışmasını bitiremediği için sürece başından dahil olamadı. Bu tartışmaların sonuçlanmasını beklediler. Ayrıca seçimlere hangi formülle girileceği gibi teknik sorunların da çözülmesi için bir süreç yürütüldü.
‘ÖRGÜTLER KENDİ ÇIKARLARINI ÖNE KOYDU’
Az evvel anlaşmazlıktan bahsettiniz, neydi o?
Her siyasi partinin kendince açıklaması var doğal olarak. Bizim temel olarak gördüğümüz ise örgütlerin kendi çıkarlarını öne koymasıydı. Genel olarak Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkların yaşamış olduğu sorunlar ve bunun nasıl çözülebileceği değil, örgütsel ihtiyaçların yanı sıra politik-ideolojik öncelikler bakımından da bir arada olamama sorunu var. Kürt sorunu bu ülkenin bir gerçeği. Sınır ötesi operasyonlar oluyor. Askerler, Kürt çocukları hayatını kaybediyor, kayyumlar atanıyor. Bu konudaki öncelik bakımından ayrıştığımız partiler var. Sınıf mücadelesine bakış konusunda da öncelik sorunları olabiliyor.
‘HALKÇI BELEDİYECİLİĞİ TARTIŞMAK GEREK’
Şimdi bu noktalarda ortaklaşamayınca yerel seçimlerde de ortaklaşma söz konusu olmuyor. Biraz önce ifade ettik, seçim iki tercih arasına sıkıştırıldı. 2019’da muhalefetin adaylarını destekledik. Ne değişti? Aslında çok fazla şeyin değiştiğini söylemek mümkün değil. Muhalefeti yeniden, istisnasız desteklemek mi yoksa yanlışlarını eksikliklerini ortaya koyup bir program etrafında destelemek mi meselesine gelince ayrışıyoruz. Bizim için AKP’nin yerel seçimlerde geriletilmesi tabii ki çok önemli bir konu. Ama bu ne olursa olsun AKP karşısında oy kullanalım anlamına gelmiyor. Önemli olan tek adam yönetimini geriletirken kendi yerel yönetim anlayışımızın, halkçı bir yerel yönetim anlayışının nasıl gerçekleşeceğini de tartışmak; halkla böyle bir ilişki kurmak ve yerel seçimleri emek mücadelesini bir adım daha geliştirecek bir imkân olarak değerlendirmek. İktidar partisine karşı ana muhalefet partisi demiyoruz. Biz ana muhalefet partisinin iktisadi programının iktidar partisinin programından farklı olduğunu düşünmüyoruz. Öyle de değil zaten. Hiçbiri emek eksenli bir politikaya sahip değiller.
‘SEÇİM TAKTİĞİMİZ İSTANBUL’DA AKP’NİN GERİLETİLMESİ’
İstanbul’da aday çıkaracak mısınız?
Seçim taktiğimizi İstanbul’da AKP’nin geriletilmesi olarak belirledik. Bu geriletmenin sembol haline geldiği iki önemli kentin İstanbul ve Ankara olduğu açık. Bir kez daha bütün demokrasi güçlerini AKP’ye kaybettirecek bir yaklaşımla ortak tutum almaya çağırıyoruz. Bu iki kent dışında başta sanayi kentleri olmak üzere adaylar çıkarma hazırlığı içindeyiz
Biliyorsunuz Fatih Mehmet Maçoğlu da Kadıköy’den aday. İstanbul’da CHP ile ya da sol, sosyalist güçlerle görüşüyor musunuz?
CHP ile bir görüşme söz konusu olmadı. Diğer yerlerde sol, sosyalist partilerle bir araya gelip görüşüyoruz. Hatay’da sosyalistlerin birlikte hareket edebileceği 3-4 ilçe var. Dersim’de de aynı durum söz konusu. Buralarda ciddi kazanımlar elde edebiliriz. Nasıl bir yerel yönetim anlayışını tekrar anlatarak seçime gireceğiz, böylece diğer burjuva siyasal partilerle sol-sosyalistlerin arasındaki farkı da göstermiş oluruz.
‘SOL PARTİ MASADAN KALKTI’
Buraya yine geliriz. Hatay’dan devam edelim. Depremden sonra özellikle Hatay’daki dayanışma ilişkisinden, Lütfü Savaş’ın da yeniden adaylığıyla birlikte bir beklenti oluştu. Hataylılar sosyalistlerin birleşmesini bekliyor gibi durum söz konusu. Ne dersiniz?
Gerçekten Lütfü Savaş’ın pratiğine ve anlayışına çok tepki var. Her ne kadar AKP’ye dönük eleştiriler olsa da Lütfü Savaş da bu işin sorumlularından bir tanesi. CHP, sol-sosyalistlerle birlikte oturup Hatay’da kimin aday çıkarılması gerektiğini konuşsaydı doğru yapardı. Bugün Lütfü Savaş’ın kazanması kesin değil. Biz Defne’de bir çalıştay gerçekleştirdik. ‘Tepeden Hatay’a aday atamayalım’ dedik. ‘Hangi programla seçime gideceğimize Hataylılar karar versin’ dedik. Bunun içerisinde, SMF, Sol Parti, Halkevi gibi çeşitli kesimler vardı. Tam bildirge hazırlanacakken ne yazık ki Sol Parti birlikten ayrıldı. Kalanlarla bu süreci devam ettiriyoruz. Üç ilçede ve büyükşehirde aday çıkarma uğraşı içerisindeyiz. Kazanıp kazanmama bir yana Hatay halkının sorunlarını gündemleştirmek, çözüm aramak gibi süreçleri gerçekleştirebiliriz. Eğer başından itibaren birlikte hareket edebilseydik, o bölge için bir örnek gerçekleştirmiş olabilirdik. Gecikmiş değiliz aslında.
‘TOPLUMCU BELEDİYECİLİK ELBETTE MÜMKÜN’
AK Parti ve CHP belediyeciliğinin dışında toplumcu belediyecilik neyi ifade eder, mümkün mü?
Halkın inisiyatif aldığı bir yerel yönetim elbette mümkün. Yerel yönetimler açısından amaç sadece belediye başkanı ve meclis üyesi seçmek değil. O ilde, beldede yaşayanların oluşturacağı yönetme mekanizmaları olmadan bunu konuşmak doğru değil. Örneğin her mahallenin kendi meclisi kurulabilir. Yerelde yaşayanların karar alma ve denetleme süreçlerine dahil olduğu bir yerel yönetim ütopya değildir. Meclisler o ilçede kendi ihtiyaçları doğrultusunda karar alabilir.
Şimdi mesela belediyelere 5 yıllık başkan bir de belediye meclis üyeleri seçiliyor, ama halkın işi sandıktan sonra bitiyor. Örneğin geri çağırma mekanizması yok. Hâlbuki halkın; belediye yönetimini, başkan dâhil geri çağırma hakkı ve yetkisi olmalı. Ya da belediye başkanlarının aldığı ücret en ağır işlerde çalışan işçilerinkinden fazla olmamalı. Belediye başkanı halktan gelmeli, halkın yaşamını paylaşmalı. Belediye koltuğunda oturanlar birer işletmeci haline geliyor; ihaleydi, ranttı, rüşvetti derken servet biriktiriyorlar. Bütün bunlar engellenmeli. Bunun da yolu tarif ettiğimiz alternatif denetleme mekanizmasından geçer.
Meclisleşme aynı zamanda rejimle mücadele etmenin bir yöntemi midir?
Tabii. Meclisleşme ya da başka bir ad da verilebilir. Ancak burada kast ettiğimiz halkın örgütlü müdahalesi. Halkın içerisinde olmadığı, katılımcısı olmadığı bir yerel yönetim anlayışının değişmesi zaten mümkün değil. CHP’nin İstanbul Belediyesi’nin üçüncü yılında bir program vardı. Bize yerel yönetim anlayışlarını nasıl bulduğumuzu sordular. Biz de hiçbir değişiklik olmadığını söyledik. Çünkü yukardan aşağı bir örgütlenme projesi kurgulanıyor. Bu gerçekten o mahallenin, ilçenin ihtiyacı mı? Denetleme görevleri yerine getiriliyor mu? Ben böyle olduğunu düşünmüyorum.
‘YEREL DENEYİMLERİN HEPSİNİN ÖZGÜN PROBLEMLERİ VARDI’
Bahsettiğiniz belediyecilikle ilgili geçmiş deneyimler var. 1979 Fatsa’sında Fikri Sönmez vardı. Yakın dönemde Dersim’de Fatih Mehmet Maçoğlu vardı. Emek Partisi’nin Pertek’te belediyesi vardı. ÖDP’nin Hopa ve Samandağ’da belediyesi vardı. Ancak bu belediyeler daha sonra kaybedildi. Bu çizdiğiniz çerçeve hayata geçmedi mi?
Biz Pertek’te kendi ismimizle seçime girmedik. Bağımsız bir aday vardı, daha sonra Emek Partisi’ne geçti. Tabii ki de eksiklikler oldu. Halkın da her açıdan içinde olduğu yerel yönetim anlayışı ortaya konsaydı zaten daha sonra kimin aday olacağı tartışma konusu olmazdı. Halk yerel seçime giderken kendi adayını belirler. Buna meclislerde karar verir. Yani halk duruma el koymuş olur. Fatsa’da, Dersim’de, Hopa’daki deneyimlerin hepsinin özgün problemleri vardı. Üretici köylüler, gençler, işçiler, toplumun diğer örgütlü güçleri bu süreçlere ne kadar dâhil oldu, bunları konuşmamız gerekiyor. 31 Mart’tan sonra kazanacağımız belediyeleri bu biçimiyle yeniden örgütlemek gerekiyor. Yoksa halkın hayatında değişim yaratmayan belediyelerin hiçbir hükmü kalmaz.
GELECEK BÖLÜM: TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ